(Önceki sayfadan devam) Doğal olarak benim de atamam yapıldı. Babamın tanıdığı bir şube müdürü bana iki seçenek sundu: Akçaabat Çok Programlı Lisesi ve Sürmene Dursun Karabacak İlköğretim Okulu. Sürmene'yi istedim. Zaten bir yıl öğretmenlik yapıp sonra İstanbul'a gidecek, yazıp çizerek hayatımı geçirecektim. Öğretmenlikle ilgili hiçbir planım ve idealim yoktu. Çocuklarla oynar, bir yıl öyle geçip giderdi.

1997'nin yağmurlu bir kasım gününde, sahil boyu yürüyerek denizin kıyısındaki bu okula vardığımda baştan aşağıya ıslanmıştım. Burası bir zamanlar yunus avcılarıyla meşhur olan küçük bir balıkçı mahallesiydi. Ortaokul kısmı o yıl açılmıştı. İki mahallenin çocukları burada okuyordu. Biri okulun olduğu balıkçı mahallesinin, yani Civra'nın çocukları; diğeri de tepeden gelen Avcılar Mahallesi'nin çocukları. Okula gelen ilk branş öğretmeni ben olmuştum.

 

 

 

 

Öğretmenliğimin ilk baharında piknikteyiz.

Bir yıl yapıp bırakırım dediğim öğretmenliğe burada kendimi kaptırdım. Resim yapmanın yanında öğrencilere karikatür çizdiriyor, çizdiklerini yerel gazetelerde yayınlıyor, yarışmalara gönderiyordum. 

Müzik bölümü okuyan kardeşim Hanife ve arkadaşları okula geliyor,  onları çalıştırıyor, çocuklarla konserler yapıyorduk. Çoğu çocuk hayatlarında ilk kez enstrümanlara dokunuyordu. 

 

Ama en çok tiyatro ile ilgileniyordum. Genelde benim yazdığım oyunları sahneliyorduk ve oyunlar büyük ilgi görüyordu, öğrenciler çılgınca alkışlanıyordu (Bu alkışlar üzücü bir olaya da sebebiyet vermişti. İlçedeki bir gösterimde büyük bir performans sergileyen Lütfü ve Enbiya kardeşler dakikalarca ayakta alkışlanırken salondaki babaanneleri heyecanlanıp beyin kanaması geçirmişti.) 

 

"Sihirli Kemer" oyununu sahnelemek için dekor bir kamyonetin arkasında ilçeye taşınıyor.

Bir yıl sonra bırakmayı düşünen ben gece gündüz çalışıyor, bazen okulda sabahlıyor, sandalyelerden karyola yapıp uyuyordum.

Çocuklardan bir kısmı servis olmadığı için bir buçuk saatlik bir dağ yolunu tırmanarak Avcılar'daki evlerine gidiyordu. Çoğu kez okul çıkışı evlerine kadar onlara eşlik ediyordum. Yol boyunca öğrettiğim şarkıları söyleyerek (müzik derslerine de ben giriyordum) bu yorucu dağ yolu herkes için neşeli bir hal alıyordu. 

 

 

 

Birlikte  Avcılar'a kadar tırmandığımız günlerden bir ve onların ikramı soğuk ayran.

Doğu Almanya zamanlarından kalma Praktica marka eski bir fotoğraf makinem sürekli yanımdaydı  ve dia çekimleri yapıyordum. İlçe belediyesinde bir slayt makinesi vardı ve tek kullanıcısı bendim. Çektiğim diaları büyük perdede, teypten çalan müzik eşliğinde çeşitli etkinliklerde gösteriyordum.

 

Bazen de benim 8mm sinema makinemi okula taşıyıp karartılmış sınıflara pembe panter izlettiriyordum. Dersi boş olan sınıflarda sesimi binbir kılığa sokup doğaçlama masallar anlatıyordum. Etrafa "Dağlarda yaşayan, dilenci kılıklı, kambur sakallı tuhaf bir adam, Mızıkacı Amca" söylentisi yayarak sınıflara elimde mızıka o kılıkta girdiğim bile oldu.

 

Öğretmenliğim işte böyle başladı. Arada bir yıl askerde olmak üzere 1997-2003 yıllarında bu okuldaydım.

 

Ve öğretmenlikte yirmi altı yılım bitti.

 

İşte bu yıllara ait fotoğrafları kimi zaman hikayeleriyle birlikte bu sitede paylaşmayı sürdüreceğim.